Röportaj: 'Kaldığı bölümde Türkçe konuşan kimse yok, ama ellerinden gelen herşeyi yapıyorlar'
Babanızı nasıl karakterize edersiniz?
Ben çocukken babam çok çalışkan bir adamdı. Azimliydi ve çoğu zaman evde olmazdı. İki, üç işi vardı. Hafta sonları benimle birlikte pazara giderdi. Balık tezgahından kocaman bir morina balığı alırdık ve annem onunla balık çorbası yapardı.
Çok sosyal biriydi babam, ama aynı zamanda da içine kapanık biriydi. Daha sonra duyduğuma göre, 18 yaşındayken mutluluğunu aramak için Kos'tan Türkiye'ye gitmiş çünkü adada yoksulluk vardı ve iş imkanı yoktu. Bu da onun tutumluluğunu açıklıyor. Paramı nasıl harcadığım konusunda onunla sık sık tartışırdım. Örneğin, paten almama izin vermezdi. Spor yapmazdık. Efteling'e gitmezdik.
Demansın başlangıcını nasıl anladınız?
En tuhaf anlarda bize telefon açardı. Televizyonda para kazandığını söylerdi. Hemen gelmemiz gerekirdi. Ayrıca sık sık para kaybederdi. Sonra eve gelen hasta bakıcıyı şikayet ederdi. "Benden para çalıyorlar", derdi. Daha sonra evini topladığımızda, havlular ve çarşaflar arasında yüzlerce avro bulmuştuk.
Onun düşüşü kademeli oldu. Kardeşlerim ilk başta bir şeyin olmadığını düşünüyorlardı. Ta ki onlardan birine, babam yılbaşında senin yanında kalabilirmi diye sorana kadar. Çünkü bayramlarda hep benim yanımda olurdu.Yılbaşında abimle telefonda görüştüğümüzde, babamın akşam saat 9'da yatmaya gittiğini öğrendim. Yorgunum demiş. Saat on buçukta aşağıya inmiş, giyinmiş ve tıraş olmuş. Sabah olduğunu düşünmüş. Abimin dediği şey ise şuydu: "Gerçekten bir terslik var, hastaneye gitmemiz gerekiyor."
O anda mı hastalığın tanısı konuldu?
Asla unutmam. 40 yaşıma bastığımda arkadaşlarım hediye olarak beni bir geceliğine dışarıya çıkarmışlardı. Sonra abim aradı. Sesinde panik vardı. "Haklıydın, gerçekten onda varmış. Röntgen görüntülerini gördüm ve beynin gri olması gereken bölgeler siyah", dedi. Sokakta yürüdüğümde çok ağladım.
Babam sık sık bana sevgiyle cadı derdi.
— Fatoş
Babanız nasıl tepki verdi?
Çok akıllıca. Abisine dedi ki: "Bende bu var, ve olacaklar bunlardır, bu Allah’ın takdiridir." Durumu çok çabuk kabullenip anlatmaya başladı. Hiç panik olmadı. Birlikte bir bankta oturdular. Keşke kameraya kaydetseydim.
Peki siz, çocukları olarak, nasıl tepki verdiniz?
Hemen harekete geçtim. Bizi nelerin beklediğini, neler ile karşılaşabileceğimiz hakkında çeşitli şeyler okumak istedim. Son tatilini ben organize ettim. Kardeşlerim de üzüldüler ama kendilerini aynı şekilde ifade edemediler. Herkes konuşkan değildir. Birbirimizin etrafında biraz dans ettik. Ama çok pratik bir şekilde eyleme geçtik: kim ne yapabilir? Çamaşırlarını kim yıkar? Finans işlerine kim bakar?
Babanız bakım evine gitti. Bu süreç nasıl geçti?
Gittiği ikinci bakım evinde bir Türk bölümü vardı fakat bi süre sonra kapandı. Yatakları doldurmayı başaramadılar. Birçok göçmen, ebeveynlerinin son nefesine kadar, bakımlarını kendi evlerinde yapıyorlar. Ayrıca babamı huzurevine verdiğimiz için, insanların bizi kınadığını düşünüyorum. Biz Türk geleneklerine bağlı insanlar değiliz. Ritüellerle güçlü bir bağımız yok. Roosendaal şehrinde okumaya giden ilk Türk kızı bendim. Türk çevremizden çok az anlayış ve destek gördük.
Röportaj fotoğrafın altında devam ediyor.
Babanız için çok şey yapıyorsunuz, bunu takdir ediyor mu?
Babam sık sık bana sevgiyle cadı derdi. Kendi yolumu çizdiğim için zor kız olduğumu düşünürdü. Daha geleneksel ve hizmetkar olmamı isterdi. Fakat bir keresinde bakımla ilgili şikayetleri olduğunda, hasta bakıcı’ya şöyle demişti: "Dediğimi yapmalısın, yoksa kızım başka bir ev ayarlar." Benimle gurur duyuyordu. Bunu da böyle zamanlarda belli ediyordu.
Babanızla ilişkiniz nasıl?
Eskisinden daha iyi bir ilişkimiz var artık. İlk başlarda babam gün boyu evde olmayan ebeveyndi, fakat onun yardıma ve bakıma muhtaç duruma gelmesi onunla daha iyi iletişim kurmamı sağladı. Ve bu yüzden blog yazmaya başladım. Bu bloga, "Bir bakıcının günlüğü", adını verdim. Hollanda’da göçmenler arasında demans hastalığı çok gündemde olan bir konu. Ülkenin dört bir yanından, hiç tanımadığım Türk kadınlarının yardım çığlıklarını duyuyorum ya da "Anlattıkların bana da tanıdık geliyor, yaşadıklarımı anlattığın için çok mutluyum, tam olarak neler hissettiğimi kelimelere döküyorsun", gibi tepkiler alıyorum. Bu hastalık hala bir tabu konusudur. Acısı sessizce, sakince içten yaşanıyor.
Babanız geçmişte yaşıyor ve ağırlıklı olarak Türkçe konuşuyor, hasta bakıcılar bu sorunla nasıl başa çıkıyorlar?
Çok az sayıda Türk bakıcı var. Onun kaldığı bölümde Türkçe konuşan kimse yok. Ama ellerinden geleni yapıyorlar. Çok kullanılan kelimelerin, fonetik alfabesi ile yazılmış versiyonunu bir A4 kağıdına yazdılar: terlik, uyku, banyo, yemek. Babam hala oldukça iyi durumdayken, herkese "Haudoo" derdi. Şaşkın yüzler oluşurdu. Haudoo? Evet, biz Brabant bölgesinden geliyoruz.
Bazen bütün gün André Rieu dinlediklerinde, Hollanda televizyon kanallarını izlediklerinde veya akşam yemeği olarak krep yediklerinde bunları görmekte zorlanıyorum. Türkiye'de krep tatlıdır, akşam yemeği değildir. Her neyse, şu anda alabileceği en iyi bakım hizmetini alıyor.
Zaten palyatif bakım tam bir Bati kavramıdır. İslâmda ise durum farklıdır
— Fatoş
Kendisi bu süreci nasıl geçiriyor?
İdrarını tutamadığı için utanıyor. Kültüründen dolayı kadınlar tarafından yıkanmayı çok zor buluyor. Hasta bakıcılar ellerinden gelen herşeyi yapiyorlar. Anlayış gösteriyorlar. Ilk başlarda babam onları elinin tersiyle itiyordu. Annemiz, babamızda gördüğümüzden çok daha insani bir şekilde vefat etti. Abim," Eğer bir gün Alzheimer olursam apartmandan aşağıya atlarım, ben bunu yaşamak istemiyorum", dedi.
Babanız ile ölüm hakkında konuşabiliyormusunuz?
Hayır. Babam ile ölüm hakkında veya son istekleri hakkında asla iletişim kuramadım. Bizim jenerasyon bunu yapıyor. Ben arkadaşlarıma nasıl ölmek istediğimi anlatıyorum. Zaten palyatif bakım tam bir Bati kavramıdır. İslâmda ise durum farklıdır. Allah tarafından belirlenmiştir. Bu farklı bir düşünce tarzıdır.
Babanızın bakımıyla nasıl başa çıkıyorsunuz?
Onun gitmesine izin vermek zorundayım. Zihnim sürekli onunla meşgul olduğu zaman, içime hep hüzün doluyor. Tabii ki onu sürekli düşünüyorum, evdeyken, tatildeyken, meşhur dede çorbasını yaparken. Uyuyamadığım zamanlarda blogumu yazıyorum ama her gün yazacak enerjiyi kendimde bulamıyorum artık. Dıştan bakıldığı zaman güler yüzlü, neşeli ve yaratıcı biri olarak görünsem de, aslında içten içe yastayım.
Güncel durumu nasil deneyimliyorsunuz?
Benim bakış açımdan, bu insanlara zorla yemek yedirmek, ilaç içirmek insani bir davranış değil, hele ki bedeni iflas ederken. Eriyip gidiyor. Bacakları inceldi, yüzü tamemen çöktü. Kilosunu korumak adına ona kilo aldıran içecekler içiriyorlar. Sanki hayvanat bahçesi. Babamın bedeni burda ama ruhu teslim olmuş. Gözlerindeki ışıltı kayboldu, gözlerinin feri söndü.
Türkiye'de büyüklerimizin elini öpüp alnımıza götürerek selamlaşırız. Ve bende bunu her zaman yapmaya çalışıyorum. Ama o bunu artık algılayamıyor. İletişim kurmak istiyorum, olmuyor. Artık bana karşı her zaman iyi davranmıyor. Çoğu zaman karın ağrısı ile eve dönüyorum.
Herman'ın babanızdan yaptığı portreye nasıl bakıyorsunuz?
Babamın gözleri birbirinden çok farklı. Ikisinde de, birbirinden ayrı hem geçmişi hem bugünü görüyorum.
Bu röportaj Herman van Hoogdalem & Gijs Wanders'ın ‘Gezichten van dementie’(2022) adlı kitabından uyarlanmıştır/alınmıştır.